Fener ışığı gibi yanan, korku dolu gözlerinden tanımıştım.
Evet, bu oydu!.
Aylardır görmediğim, hayatta olup, olmadığından endişe duyduğum, merak ettiğim, aklıma geldikçe üzüldüğüm eski tanıdıktı.
Son gördüğüme göre çok zayıflamış, karnı içine iyice çökmüş, hareketleri daha da ürkekleşmişti.
Bilmeyen, uzun bacaklı bir kedi sanabilirdi.
O, Park caddesine yıllar önce geldiğimizde, evimizin tam karşısına düşen tepedeki yuvalarında yaşayan üç beş kişilik Tilki ailesinin, hayatta kalan son temsilcisiydi.
Diğerleri, evimizle bu tepe arasındaki dar toprak yolun iş makineleriyle aylarca kayalar kırılarak genişletilmesi ve ardından, başka hiçbir yer kalmamış gibi talan edercesine, yol boyuna ve tepelere mimarisi çirkin sıkış, sıkış villalar, dükkanlar, çok katlı konutlar yapılması sırasında çoktan ortadan kaybolmuştu.
Aileden geriye yalnız o kalmıştı,
Sığınacak bir yuvası yoktu!.
Muhtemelen bir zaman, kah çevredeki sitelerin bahçelerindeki kuytularda, kah hemen yakında akıp giden ve bölgeye adını veren cılız Çay boyunca bulduğu kovuklarda, oyuklarda gizlenmişti.
Saklandığı yerden gündüzleri hiç çıkmamış, yiyecek aramak, su içmek için herkesin el, ayak çektiği gecenin geç saatlerini beklemişti.
Kısık, kısık öksüren bir insanınkine benzeyen sesini her duyuşumda pencereme koşup, gecenin karanlığında doğal ihtiyaçlarını “bir suç işler gibi” karşılamaya çalışan o’na yardım edebilmeyi, zor hayatını biraz olsun kolaylaştırabilmek için bir şeyler yapabilmeyi, çok istesem de elimden bir şey gelmemişti.
Tek yapabildiğim, gecenin karanlığında seçebildiğim kadar geçtiği güzergahı görüp, belki ertesi gün de oradan geçer ümidiyle, geç saatlere doğru yolu üzerine yiyecek bırakmak olmuştu.
O, başıboş köpekler gibi değildi.
Çöplüklere, insanların olduğu yerlere yaklaşmıyordu.
Park Caddesinin renkli ışıklarına, karanlıklar içinden bakıyor, sokak köpekleri onu görüp de havlayarak kovaladıklarında, korkup kaçıyordu!...
Yapayalnız ve de çaresizdi!..
Çayyolu’nun Çay’ının üstü betonla kapatılıp, kenarındaki kırk, elli senelik söğütler de kesildikten sonra bir daha hiç görünmemiş, sesi hiç duyulmamıştı.
Hiç kuşku yok ki, etrafında olup bitenlerden son derece rahatsızdı ve yaşamak artık onun için ıstıraptan ibaretti.
Ne güzel yaşayıp giderken ne olmuştu da? hayatı birden bire böylesine değişmiş, çekilmez hale gelmişti
Ne olmuştu da? hayvanları sevdiklerini, doğal hayatı koruduklarını her fırsatta belirten insanların çoğunlukta olduğu, bırakın evlerdekileri, sokak köpeklerinin dahi parklarda, koşu yollarında diledikleri gibi yaşayıp, “el üstünde tutulduğu” bir yerde, kendisinin, Yaban Tavşanlarının, Kaplumbağaların, Baykuşların, Yılanların “doğal hayatı” yağmalanırcasına yok edilmiş, kimsenin sesi çıkmamıştı.
Yoksa, “doğal hayat”; gösterişli konutlardan, lüks villalardan, iş merkezlerinden ve halı döşeli yürüyüş yollarından,
Hayvan sevgisi de sadece köpeklere duyulan ilgiden mi? ibaretti.
Ne yazık ki,
Bunu hiç anlayamayacaktı!...
Mustafa Turhan
Hiç yorum yok...