Haberler


Süreç Analizi
  • Yorumlar: 0
  • 28 Mart 2013 01:41
  • Haber kategori: Çayyolu
  • Ekleyen:
  • Ziyaretler: 2212
  • Son Güncelleme: -/-
  • (Güncel Beğeni 0.0/5 Yıldızlar) Toplam Oylar: 0

Süreç Analizi

0 0

Silah bırakılmasının adı ne konulursa konulsun, terör örgütü silahlarını bırakıp, bundan böyle saldırmayacaksa, buna kimsenin bir diyeceği olabilir mi?

Zira, aklı başında hiç kimse özünde bir insanlık suçu olan teröre binlerce kurban vermeyi ve ayrıca terör nedeniyle çok ciddi ekonomik, sosyal ve kültürel bedeller ödemeyi istemez.

O nedenle, kimilerinin “İmralı süreci”, kimilerinin “barış süreci” dediği “süreç” neyse, sonunda terör örgütü silah bırakacaksa, bundan ancak memnuniyet duyulur.

Ancak tam da bu noktada, aklı başında herkesin üzerinde düşünmesi ve yanıt araması gereken bir çok soru gündeme gelmektedir.

Terör örgütü hangi amaçla, neyi gerçekleştirmek için silahlanıp dağa çıkmıştır da şimdilerde silahları bırakmaktadır?

Evet, yıllarca asker sivil demeden onbinlerce insanın kanuna giren PKK’nın bir üst yöneticisinin ifadesiyle, dağa “piknik yapmak için” çıkmadıklarına göre, dünden farklı ne olmuştur da silahlara veda kararı alınmaktadır?

Bugüne kadar “verilenler” yeterli idiyse, neden silahlar daha önce bırakılmamıştır da bugün bırakılmaktadır.

Kısacası, terör örgütü amacına ulaştığı için mi silahlardan vazgeçmektedir?

Meselenin özü işte buradadır!

Bugüne kadar yaşanan gelişmeler dikkate alındığında, terör örgütünün durup dururken silahları bırakmayacağı çok açıktır.

Kaldı ki, kuzey Irak’ta İran ve Suriye de bulunan terör kampları kapatılmayacağına, teröristler istedikleri zaman ülke topraklarına girip eylem yapabildiğine göre, aslında silah bırakmalarının ve sınır dışına çıkmalarının pratikte bir anlamının olmadığı, bunun bir aldatmaca olduğu da ortadadır.

O halde, önceleri reddedilen ama, artık PKK’nın İmralı’daki lideri ile alenen yapılan  görüşmeler kapsamında, yeni talepler ve verilen yeni “vaatler” olduğundan kuşkulanmamak elde değildir.

Bu konuda endişesini dile getirenleri barışa karşı olmakla, süreci baltalamakla suçlamak çıplak gerçeği değiştirmemektedir.

Demokratik Toplum Kongresi Eş Başkanı Ahmet Türk’ün geçenlerde sarf ettiği “Kürt halkına statü tanınmadığında, bu barış tehlikeye girer. 2013 yılı Kürt halkının ve Abdullah Öcalan’ın özgürlük yılıdır.” Sözleri, öyle durup dururken silah bırakılmayacağının, yeni talepler olduğunun kanıtı mahiyetinde değil midir?

Birincisi, bir terör örgütünün ömür boyu hapse mahkum edilmiş lideri nasıl özgürlüğüne kavuşacaktır?

Ortada cebir ve şiddet yokken, terör örgütü lideri olarak suçlanan önceki Genel Kurmay Başkanına ve onunla aynı örgüte mensuplar denilerek, bir çok emekli ve muvazzaf askere müebbet hapis öngörülürken, cebir ve şiddetin alasını yaparak, binlerce insanımızı katleden bir örgütün lideri nasıl olup da özgür kalacaktır?    

İkincisi, nedir talep edilen statü?

Anılan kongrenin diğer eş başkanı Aysel Tuğluk, Kürt sorununun temelinde, Kürt kimliğinin inkar edilmesi ve Kürt halkının statüsüz bırakılmasının yattığını öne sürüp, “çözümümüzü de radikal bir demokrasi projesi olan Demokratik Özerklik olarak ortaya koyuyoruz.”diyerek, bu statünün ne olduğunu açıkça dile getirmiştir.

Aynı şekilde, BDP Eş Genel Başkanı Gültan Kışanak da “Demokratik özerk Kürdistan istiyoruz. İşte bunu anayasada güvence altına alırsanız barışı hep birlikte sağlayabiliriz.” demek suretiyle “statünün”, “özerk Kürdistan” olduğunu çok net biçimde ortaya koymuştur.

Bu isimlerin Apo’dan icazet almadan ve ona rağmen konuşmaları söz konusu olamayacağına göre, Apo’nun farklı düşündüğünü söylemek de mümkün değildir.

Bunu herkesten çok, “Siz silahlı efendileriniz ipinizi gevşetmediği sürece tuvalete bile gidemezsiniz” diyen Sn. Başbakan’ın bildiğine kuşku yoktur.

Peki o halde, nasıl olmaktadır da aynı Sn. Başbakan, sanki terör örgütü durup dururken silahlarını bırakacakmış havasının yaratılmasına önayak olmakta, bunun mümkün olmayacağını, yeni tavizler talep edileceğini söyleyenleri barış sürecine zarar vermekle itham etmektedir?

Oysa, demokratik özerklik  talebinin çok açık bir biçimde telaffuz edildiği ve hatta Anayasal güvence altına alınmasının istendiği bir ortamda PKK’nın silah bırakması ve hükümetin geri dönülmez bir barış sürecine girildiği havasını yayması karşısında, muhtemelen hükümet çevrelerince “bu statü” konusuna belli bir takvim içinde sıcak bakıldığı, hatta güvence verilip, yeni “vaatlerde” bulunulduğu endişesini duymamak elde değildir.

Zira, nihayetinde aklın yolu birdir!

Neyin ne olacağını, Apo ve onunla bürokratları “vasıtasıyla” görüşen hükümet çevrelerinden başka bilen var mıdır?

Nereye gideceği belli olmayan o “süreç”, sır perdesi arkasında ilerlemektedir.

Hiçbir tutarlı ve ciddi açıklama yapılmadığı gibi, şeffaflık da yoktur.

Bırakın şeffaf olmayı, neredeyse sürece zarar vermemesi gerekçesiyle bu konuda konuşma yasağı getirilmiştir.

Bu tablo, koşulsuz silah bırakmanın değil, olsa olsa, halkın kabul edeceği mantıklı gelişmelerin yaşanmadığının bir göstergesi olabilir.

Suskunluk ve sessizlik, köpürtülen “barış süreci” kavramının içeriğinde gerçekte neler olduğunun halka nasıl anlatılacağına ilişkin duyulan sıkıntının bir sonucu olsa gerektir.

Nitekim, ana muhalefet partisi CHP açıklama yapılmamasından son derece rahatsız olduğunu ifade ederek meclise bilgi verilmesini istemiş, bundan öteye başka bir şey de yapmamış, diğer muhalefet partisi MHP ise bu “sürecin” ülkeyi bölünmeye götüreceğini açıkça vurgulamıştır.

Yapılan anketler, halkın büyük çoğunluğunun “İmralı süreci” adı altında Apo ile görüşülmesinden rahatsızlık duyduğunu ortaya koymaktadır.

Bunları yok saymak öyle kolay değildir!

Bu ortamda, AKP’ nin BDP ile ittifak içinde “İmralı sürecine” dair yeni adımlar atmasının, Anayasa’yı bu dayanışma ile oluşturmasının çok zor olacağını ve bunun AKP için iktidarı kaybetmek dahil, çok ciddi siyasi sonuçlar doğuracağını söylemek kehanet olmayacaktır.

Çünkü Anayasa, ben yaptım oldu mantığıyla mecliste kıl payı sayısal üstünlük sağlamakla değil, geniş bir katılımla oluşturulduğunda, terör, yeni tavizler verilerek değil, ülkenin üniter yapısı korunarak yok edildiğinde büyük çoğunluk tarafından kabul edilecektir.

Aksi, taşların hiç beklenmedik bir biçimde yerinden oynamasına neden olabilecektir ki, taşlar yeniden yerine oturduklarında hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır!

Mustafa T. Turhan

Kaynak: www.cayyoluhaberbulteni.com
Haber Detayı: www.cayyoluhaberbulteni.com/CayyoluHaberDetaylari.asp?ID=5936

Paylaş
  • Twitter
  • del.icio.us
  • Digg
  • Facebook
  • Technorati
  • Reddit
  • Yahoo Buzz
  • StumbleUpon

Hiç yorum yok...

Bilgi! Maalesef sadece kayıtlı ve giriş yapmış kullanıcılar yorum gönderebilir. Giriş yapın veya Kayıt olun.