Haberler


CÜZDANIMI ÇALDIRDIM, BAŞIMA GELMEDİK KALMADI
  • Yorumlar: 0
  • 29 Ocak 2012 00:00
  • Haber kategori: Çayyolu
  • Ekleyen:
  • Ziyaretler: 2400
  • Son Güncelleme: -/-
  • (Güncel Beğeni 0.0/5 Yıldızlar) Toplam Oylar: 0

CÜZDANIMI ÇALDIRDIM, BAŞIMA GELMEDİK KALMADI

0 0

Ben 46 yaşında bir emekli bir kadınım .  Geçen yıl 1 Kasım günü, evimin bulunduğu Ümitköy semtine gitmek üzere Ankara Şehirlerarası Otobüs İşletmesi’nin (AŞTİ)  Bahçeli durağında, akşam saat 17:00 civarında, annemle birlikte olmuşa binmek üzere bekliyorduk. Semt dolmuşu geldi ve biz dolmuşa binerken birileri ‘’geç abla geç’’ diye bizi dolmuşun arkasına doğru yol veriyormuş gibi itekledi. Düşmemek için dolmuşun tavanındaki demirlerden tutunurken çantama bir sürtünme hissettim.  Bu arada da 1-2 kişi indi. Kapılar kapanınca, dolmuş hareket  eder etmez hemen çantamı kontrol ettim ve cüzdanımın olmadığını fark ettim. Derhal dolmuşu durdurması için şoföre bağırdım. Ancak şoför,  200 metre sonra AŞTİ’nin Emek kapısında durabildi. Hemen indim. Orada bir polis otosu bekliyordu. Heyecanla olayı anlattım ve ‘’kendisinin trafik polisi ‘’ olduğunu belirterek  beni  aynı durakta bekleyen sivil giyimli başka bir polise yönlendirdi. Ben aynı heyecanla tekrar olayı anlattım. Bana, ‘’cüzdanımı alanı görüp görmediğimi, tarif edip edemeyeceğimi , deri montu olup olmadığını’’ sordu.

Ben ‘’net bir tarif yapamayacağımı, dolmuşa  binerken insanların yüzüne bakmadığımı’’ söyledim, ayrıca ‘’deri montu olan birini’’ sormasından yola çıkarak, ‘’yapanları tahmin ediyorlarsa neden harekete geçmediklerini’’  sordum.  Sivil memur, ‘’net bir tarif vermeden kimse hakkında bir şey yapılamayacağını, kendisinin olayla ilgili tutunak tutma görevinin olmadığını, AŞTİ’nin içindeki ‘’polis noktası’’na gitmemi söyledi. 

-AŞTİDE KARAKOL DEĞİL, POLİS NOKTASI VAR, GÖREVLİ POLİS TUTANAK TUTAMIYOR
Ben çaresizlik içinde AŞTİ’nin içindeki ‘’polis noktası’’na  gittim. Polis noktasında o saatte sadece bir tane polis görevliydi. Önünde bir bilgisayar vardı. Ama ‘’burasının polis noktası olduğunu, karakol olmadığı için tutanak tutmasının mümkün olmadığını, böyle bir görevinin ve yetkisinin olmadığını’’ söyledi ve benim şikayetçi olmak için Atatürk Orman Çiftliği’nde bulunan Gazi Karakolu’na gitmem gerektiğini söyledi.

Ben ‘’cüzdanımı çaldırdığımı ve paramın olmadığını’’ ifade ettiğim halde, ‘’Gazi Hastanesi’nin önüne yürüyerek gidin, oradan  geçen dolmuşlara binin’’ diye yol tarif etmekten başka hiçbir yardımda bulunmadı. Akşam saat 18:30’u geçtiği halde,  AŞTİ Polis noktasında görevli polis memuru, önünde bilgisayar olduğu halde  tutunak tutamadığı gibi, karakolun yerini tarif etmekten başka yardımda bulunamıyordu. Ben o saatte 1,5 km yol yürüyüp karakola gitmek için dolmuş durağına gitmek yerine  çantamın içinde bulunan bozuk paraları denkleştirerek ümitsiz ve morali bozuk bir şekilde evime gitmeye karar verdim.  Allahtan çok daha kötü ve daha yardıma muhtaç durumda olmadığıma şükrettim.

Ancak,  bu olay beni çok rahatsız etti ve kabullenemediğim için, ayrıca  ‘’cüzdanın  içindeki ehliyetim, kredi kartım, bankamatik kartımla ilgili ilerde sorun çıkmasın, en azından kaybolduğu kayıtlara geçsin’’ diye   ertesi gün AOÇ’deki Gazi Karakolu’na gittim ve şikayette bulundum. Yaklaşık 2 saatte ifadem  alındı. Teşhis için Emniyet Müdürlüğü’ne  gönderildim ve orada bilgisayardan bana yüzlerçe ‘’kapkaçcı-hırsız’’ olarak fişlenmiş insanların fotoğrafları gösterildi. Ancak ben, bu işi yapan insanın yüzünü görmediğim için net bir teşhis yapamadım. Kim dolmuşa binerken ya da inerken insanların yüzüne bakıp da ‘’ya bir şey olursa diye beynine kazıyor ki, üstelik akşam eve dönme telaşı içindeyken…’’

-HIRSIZA ‘’ HIRSIZ’’ DEMEK ZOR 
Üstelik –kapkaççılık-hırsızlık  yapanlar karşılarındaki insanı ne kadar üzseler, ne kadar moralini bozsalar da, bir insanı, emin olmadan  ‘’hırsız, dolandırıcı ‘’ diye nitelemek ne kadar zor. Onlar bizi hiç düşünmeden mağdur ediyorlar ama biz hırsıza, ‘’hırsız, dolandırıcı’’ diyemiyoruz. Yanılmaktan korkarak vicdanımız elvermiyor, kimseyi haksız yere mağdur etmek istemiyoruz.

Sonuçta Emniyet’ten ‘’benim teşhis yapamadığıma’’ dair bir yazı verdiler ve o yazıyı da yine Gazi Karakolu’na götürüp bıraktım.

‘’Kayıtlara geçsin, en azından ehliyetim ve kredi kartımda bir sorun çıkarsa benim çalıntı  bildirimin  görünsün, başım belaya görmesin’’ diye bu işlerle 3 gün uğraştım.

-CÜZDAN HIRSIZLARININ YÖNTEMİ: ‘’PARAYI AL, CÜZDANI AT’’

Bu işlerle uğraşırken, gerek polisler, gerekse çevremdeki, ‘’bu yoldan bir kez geçmiş, mağdur olmuş insanlar’’, bana cüzdan hırsızlarının yöntemi ile ilgili şu bilgiyi verdiler: ‘’Şikayet etsen de bir sonuç alamazsın. Bu tür hırsızlar cüzdanın içindeki parayı aldıktan sonra cüzdanı çöpe ya da bulunabilecek bir yere atarlar. Üzerlerinde cüzdanla, kimlikle yakalanmak istemezler. Bu cüzdanlar birkaç hafta sonra,  çöp karıştırıcılar ya da parklarda biri tarafından bulunur .’’

Nitekim, bir arkadaşımın da cüzdanı çalınmış,  birkaç hafta sonra bir kağıt toplayıcısı tarafından bulunmuştu. Bulan kağıt toplayıcısı, cüzdanın içindeki kartlardan arkadaşın işyerine telefon etmiş, sonrada uygun bir yerde buluşup cüzdanı teslim etmişti. Tabii arkadaşım, içindeki parası alınmış olsa da, kimlik kartları hala durduğu için, cüzdanı bulan kişiye bahşiş vermeyi ihmal etmemişti.

Polisler de benim cüzdanımın, içindeki para alındıktan sonra  muhtemelen bir yere atılmış olacağını ısrarla anlattı.

-KAZAN-KAZAN SİSTEMİ:  HIRSIZ PARAYI ALIP ATIYOR, ‘’BİRİSİ’’ CÜZDANI BULUP TESLİM EDİYOR  
Gerçekten,  3 hafta sonra, işyerinden bir arkadaş telefon etti. ‘’Cüzdanımı  bulduğunu söyleyen birisinin telefon ettiğini,  cüzdanın Eskişehir yolu üzerinde  bir benzin istasyonunun müdüründe olduğunu, oraya giderek alabileceğimi’’ söylediğini bildirdi.

Arkadaşımın bildirdiği benzin istasyonuna  gittim, başka bir kimlik göstererek,  parası alınmış, ancak çocuklarımın fotoğrafları  ve benim fotoğraflarım, ehliyetim, kredi kartı  ve bankamatik kartımın bulunduğu cüzdanımı, istasyon müdüründen aldım.

 İstasyon müdürü, ‘’Eskişehir Yolu’na paralel bulunan istasyonun alanını sürekli temizlediklerini, süpürdüklerini,  çalışanlardan birinin yol kenarını süpürürken, kaldırım kenarındaki yağmur mazgallarından birinde cüzdanı bulduğunu, içindeki kartlardaki bilgilerden bana ulaştıklarını’’ anlattı.

Cüzdanı bulan çalışan o gün izinliydi. Ama ben, ‘’anlatılan hikayelerin aynısını yaşamış olmanın burukluğu bir tarafa,  en azından çocuklarımın ve benim fotoğraflarına kavuşmuş olmanın basit sevinci ile ilgili çalışana iletilmek üzere bir miktar bahşiş bırakarak ayrıldım.

Bir taraftan da bu işin bir çete olayı olup almadığını düşündüm ve hala bunu düşünüyorum. Birileri cüzdanınız çalıyor, paranızı alıyor, başka birileri bulup size veriyor. Alanlar ile bulanlar arasında bir bağ olup olmadığından hala emin değilim. Ama sonuçta siz, hem cüzdandaki paranızı kaybediyorsunuz hem de ‘’bulana, cüzdanı bulduğu için tekrar para veriyorsunuz’’ !!!!!

Şimdi  cüzdanı bulanı polise bildirsem,  ya adam gerçekten tesadüfen bulmuşsa, iyilik yapan bir insanı cezalandırmış, hak etmediği bir muamele ile karşı karşıya bırakmış olacağım. Diğer taraftan çalınan cüzdanın çöplerde,  sokak çocukları veya toplayıcılar tarafından bulunması ihtimali de çok gerçekçi görünmüyor. İnsan, bu kişiler arasında organik bir bağ olmadığından emin olamıyor. Sonuçta hırsız ve cüzdanı bulanlar açısından ‘’kazan-kazan’’ ilişkisi mantıklı görünüyor.

‘’Bir ülkede, dürüst insanlar da en az hırsızlar kadar gözüpek olmalı’’  sözü aklınızın bir kenarında olmasına karşın ‘’haksızlık etme,   mağdur etme, onurunu kırma’’   endişesiyle susup oturuyorsunuz.

Diyeceksiniz ki ‘’ne kadar değerli paran varmış’’…. Evet mesele cüzdanın içindeki 150 lira , ehliyet çıkartmak için harcadığım 100 lira veya gidiş gelişlerde, şikayette harcanan 3-4 gün değil. Esas sorun, ‘’tecavüze uğramış olma duygusu, cüzdanınızdaki fotoğrafların, kartların birinin eline geçmesi ve hakkınızın aranamamış olması.’’

-“CANINI KAYBEDENLER VARKEN….”
O günlerde, Türkiye’de 24askerin şehit edilmesi olayı yaşandı. Toplum olarak gerçekten moralimiz çok bozuktu. Herkes ülke savunması için görev yaparken canını bile kaybederken, ben çaldırdığım bir cüzdanın peşinden koşmayı, ne kadar haksızlığa uğramış olsam da  ‘’abes‘’ saydım.

Ancak, yine o günlerde, CHP eski  Genel Başkanı Deniz Baykal’ın Ankara’daki evine giren hırsız,birkaç gün sonra  İstanbul’da yakalandı. Bunun için Baykal adına sevinsem de sade bir vatandaş olarak, devlet nezdinde dikkate alınmamaktan, devlete güven duyamamaktan derin üzüntü duydum.

-“CÜZDANINI ÇALDIRDIĞINA DAİR DELİL YOK..”
Olayı unutmaya bırakırken, 2012  yılı Ocak ayının ortasında, Ankara Cumhuriyet  Başsavcılığı’ndan bir tebligat geldi. Cüzdanımı çaldırdığıma dair şikayetime karşın, yapılan soruşturma sonucunda, ‘’BENİM  SOYUT İDDİAM dışında ŞÜPHELİ VEYA ŞÜPHELİLERİN ÜZERLERİNE ATILI HIRSIZLIK SUÇUNUN İŞLENDİĞİNE DAİR YETERLİ ŞÜPHE UYANDIRACAK DELİL ELDE EDİLMEDİĞİNDEN ŞÜPHELİLER HAKKINDA KOVUŞTURMA YAPILMASINA YER OLMADIĞI’’ NA karar verildiği bildiriliyordu.

Kendimi çok kötü hissettim. Devlet bana resmen ‘’yalancı’’ diyordu. Ben durup dururken ‘’cüzdanımı  çalındı’’ diye ortaya çıkıp, devleti meşgul ediyordum. Cüzdanımın çalındığına dair hiçbir somut delil yoktu.

Ne yapsaydım, çalınan belgelerin yenisini çıkarmak için bu kadar zaman ve para harcarken, cüzdanımın çalındığını kanıtlamak için cüzdanı bulan adamı mı şikayet etseydim.  Devlet, zaten benim cüzdanımın bulunması konusunda olumlu bir katkıda bulunmazken, bir de ‘’soyut iddiada bulunmakla, tabiri caizse  yalancılıkla suçluyordu.

-“CÜZDANIN DERDİ HERKESİ GERDİ” …
Amacım, kitap yazdığı, gazetecilik yaptığı için, düşünce suçundan insanların haksız yere yıllarca hapiste tutulduğu, düşünceleri veya etnik kökenleri  beğenilmediği  öldürüldüğü bu ülkede ‘’cüzdanımın çalınması ile ilgili roman yazmak veya olayı ülke meselesi haline getirmek’’ değil. Ama,  bu kadar basit bir olayda bile, emniyet ve adalet kurumunun işleyişinin vatandaşı nasıl mağdur edebildiğini göstermek.

Halen suçu sabit görülmeden hapishanelerde yıllardır yatan veya düşünceleri etnik kimlikleri nedeniyle öldürülen insanların affına sığınarak, bu basit olayda bile aklımın alamadığı bazı sorulara yanıt arıyorum:

-Her gün binlerce insanın gelip geçtiği AŞTİ’de neden bir polis karakolu yok. Bulunun polis noktasında çok az sayıda polis görev yapıyor ve bu kişilerin tutanak tutma görevi ve yetkisi yok. Mağdur vatandaş neden AŞTİ’den en az 10 km uzaktaki bir karakola gitmeye zorlanıyor. Vatandaşa, ‘’şikayet etsen de bir sonuç alamazsın’’ fikri işleniyor.

-Geçen yıl içinde babamın evine de hırsız girdi. Kapısı kırılmıştı. Çağırdığımız polis ekibi ‘’Şikayet etseniz de bir sonuç alamazsınız. Zaten bunlar eldiven kullanıyor. Parmak izi için çalışsak, kullandığımız tozlardan eviniz kirlenir ve bir şey bulunmaz.  Önemli bir şeyiniz çalınmadıysa, uğraşmayın, kapı kilitlerinizi değiştirin’’ diye öğüt vermişti.  Allahtan bize o zaman ‘’ kapıyı siz mi kırdınız’’ diye sormadılar.  Polislerle birlikte gelen çilingirlerin de bu işten rahatsızlık duyduğunu sanmıyorum.

Sonuçta, her olayda ‘’kazan-kazan’’ sistemi işliyor.  Hırsız kazanıyor, polislerle birlikte çalışan çilingirler kazanıyor, ama vatandaş sadece parasını-malını  değil, devlete olan güvenini de kaybediyor.

‘’Şikayet etseniz de sonuç alamazsınız’’ diye olaya yaklaşan bir emniyet teşkilatı ile vatandaş olarak kendimizi ne kadar güvende,  emniyette hissedebiliriz. Bu yaklaşımlar vatandaş olarak bize  güven vermezken, her halde hırsızlara oldukça rahat çalışma imkanı sağlıyordur.

İşlemeyen, işletilemeyen  kurumlar, adalet,  her an bizi de suçlu durumuna düşürebilir. HAKLI OLMAK YETMİYOR…

Fatma Orhan
(Bölge sakini)

Paylaş
  • Twitter
  • del.icio.us
  • Digg
  • Facebook
  • Technorati
  • Reddit
  • Yahoo Buzz
  • StumbleUpon

Hiç yorum yok...

Bilgi! Maalesef sadece kayıtlı ve giriş yapmış kullanıcılar yorum gönderebilir. Giriş yapın veya Kayıt olun.