Haberler


O’NUN “CUMHURİYET” VE “GÜLE GÜLE” DEDİĞİ GÜN
  • Yorumlar: 0
  • 28 Ekim 2010 00:00
  • Haber kategori: Çayyolu
  • Ekleyen:
  • Ziyaretler: 2084
  • Son Güncelleme: -/-
  • (Güncel Beğeni 0.0/5 Yıldızlar) Toplam Oylar: 0

O’NUN “CUMHURİYET” VE “GÜLE GÜLE” DEDİĞİ GÜN

0 0

Yaşadığı son Cumhuriyet Bayramı’nda, tedavi edildiği Dolmabahçe Sarayı önüne vapurla gelerek kendisine tebriklerini haykıran gençlerin “Dağ başını duman almış” marşını söyleyerek veda edişinden sonra Atatürk’ün ağzından, gençlere duyurmak istercesine, şu sözler döküldü: “Bu bayramlar ve yarınlar sizindir, güle güle...”
 
Büyük bir yılgınlık ve yıkımın eşiğindeki Anadolu'yu daldığı uyku halinden uyandırmak için Atatürk, Samsun'dan başlattığı kurtuluşa giden yolculuğunun Erzurum bölümünde askerî görevinden alındı.
 
Kukla İstanbul Hükümeti ve padişahın tüm çırpınmalarına karşın, Atatürk Erzurum Kongresi’ni başarıyla tamamladı. Sivas Kongresi için hazırlıklara başladı. Bitlis valisiyken padişah ve sadrazam tarafından görevinden alınan Mazhar Müfit Kansu Atatürk'ün yakın çalışma arkadaşları arasındaydı. Kansu'nun ayrı bir yeri daha vardı:
 
Atatürk kimi düşüncelerini ve ileriye dönük görüşlerini onunla paylaşıyor ve bunu not defterine yazdırıyordu. Türk Tarih Kurumu’nun 1960’lı yıllarda yayımladığı bu notlar Atatürk'ün kafasındaki  ve yüreğindeki özlemin Cumhuriyet olduğunu gözler önüne serdi. 
 
Erzurum Kongresi hazırlıklarının yapıldığı 20 Temmuz 1919 günkü oturumunun  sonunda  Kansu, Atatürk'e "Başarı ve zaferi elde ettikten sonra hükümet biçimi ne olacak?" sorusunu sordu.
 
Atatürk bir soruyla yanıt verdi:
 
"Siz ne olmasını düşünüyorsunuz?"
 
Kansu, “Toplantı sırasında yalnızca ulusal egemenlik ilkesine dayalı tam bağımsız bir Türk devletinden söz edip, padişahlık ve halifeliğe hiç değinmedinize göre, neden 'Bağımsız bir Türk Cumhuriyeti'  demediniz?” diye sordu.
 
Biraz düşünen Atatürk, “Azizim Mazhar Müfit Bey, bu konuda şimdiden birşey söylemek istemem. Hatta konuyu hiç açmamak  uygun olur. Çünkü bu konuyu tartışmanın henüz zamanı gelmemiştir, geldiğinde görüşürüz. Karar verilen herşeyin uygulanması için uygun zamanı beklemek ve o zamanın geldiğini bilmek gerekir. Şimdi yalnızca düşman baskısı altında bulunan padişahı ve düşman işgali altındaki yurdumuzu kurtarmak için çalıştığımızı söylemekte yarar var" yanıtını verdi.
 
Atatürk içindeki Cumhuriyet düşüncesini açmaktan çekindi.
 
Mahzar Müfit "Başaracağınıza inanıyorum. Bunun için buyruğunuz altında bulunuyorum. Sizin yanınızda sonuna dek çalışmaya ve gereğinde ölmeye karar verip ant içmiş bulunuyorum. Arkadaşlarımız da bu inanç ve kanıyı koruyorlar. Ancak başardığımızda hükümet biçimi ne olacak? Bugünkü hükümetin bu ülkenin gönenç, mutluluk ve ilerlemesine yetmeyeceği kesin bir gerçektir. Başka bir hükümet biçimi arayıp bulmamız gerektiği kanısındayım" dedi.
 
Bu sözler üzerine gülümseyen  Atatürk kısa ancak kesin bir bir söz söyleyerek sohbeti noktaladı:
 
"Açıkça söyleyeyim, hükümet biçimi zamanı geldiğinde Cumhuriyet olacaktır." 
 
Bu sözleri duyan Mazhar Müfit not defterine bir not daha düştü:
 
"Mustafa Kemal'e inanıyorum, başaracağına inanıyorum, dediğini yapacağına inanıyorum ve ben şimdiden Cumhuriyet düzeninin başladığını kabul ediyorum. Üst yanı zaman konusu, Tanrı o günü bana göstersin."
 
Atatürk, bu arada kendisini İstanbul'a geri çağıran Harbiye Nazırı Nazım Paşa'ya bir telgraf çekerek  "Durumu, geçmişi, kirli şeylere bulaşmış olanların satılmış vicdan ve varlıkları ancak kahredilmeye ve yok edilmeye layıktır. Siz ve arkadaşlarınız mevkilerinizi ne kadar çabuk namus sahiplerine bırakırsanız belki o derece ulusun bağışına erişirsiniz" yanıtını vererek doğru yola davet etti.
 
Erzurum Kongresi’nin tamamlandığı günün akşamı Atatürk, Süreyya Bey ile kongrenin değerlendirmesini yaparken uyumaya çekilen Mazhar Müfit'i çay içmeye çağırdı. Gece gündüz durmadan çalışan Atatürk'e bu fırsattan yararlanarak sağlığını koruması yönünde uyarıda bulunmak isteyen Mazhar Müfit düşüncelerini dile getirdi.
 
Atatürk, "Sen bunları bırak. Korkma, ben bu yaşama alışığım" diye yanıt verdi. 
 
Emir eri Ali'ye seslenerek, kahve yapmasını istedi ve konuşmasını sürdürdü:
 
"Erzurum Kongresi’nin en belirgin niteliklerinden biri de ulusal istenci, herşeye egemen ve herşeye üstün kılma kararıdır. Ülkede ulusal istenç egemen olacak. Ulusal güçler de bu istence bağlı... Gerçek bu olunca neler olmaz?!
 
‘Çağdaş’ sözcüğü hoca efendilerin tutuculuklarına dokundu. Yanlış yorum ve düşüncelere kapıldılar. O sözcüğü çıkarmakla iyi ettik. ‘Çağdaş’ sözcüğü şu anlama mı, bu anlama mı  gelir diye saatler harcamanın ve yanlış yorumlara yol açmanın anlamı yoktu.
 
Kongrenin bir siyasal partiye dönüşme yolundaki öneriyi geri çevirmesi de çok iyi oldu. Ben bugünkü durum içinde siyasal partilere karşıyım. Biz siyasal partilere değil, ulusal birliğe muhtacız. Böyle yıkım anlarında siyasal partiler ulusun birliğini bozar. Ömer Fevzi ve bir arkadaşının önerisi Bolşeviklik yolunu açıyordu. Onun da geri çevirilmesi  çok iyi oldu.
 
Demin de söyledim, en önemlisi ‘ulusal istenç’ ilkesinin kavranıp benimsenmesidir. Ulusal istenci, ulus işlerinde egemen kılmak birinci amacımızdır."
 
Mazhar Müfit'e dönerek "Mazhar not defterin yanında mı?" diye sordu.
 
Mazhar Müfit, "Hayır paşam" dedi.
 
Atatürk "Zahmet olacak ama bir merdiveni inip çıkacaksın. Al gel."
 
Sabah olmak üzereydi. Onun yanındayken dünya gecesi gündüzü olmayan bir alemden ibaretti. Bu yüzden uyku gereksinimi de yoktu. Mazhar Müfit aşağı inip not defterini getirdi. 
 
Atatürk Mazhar Müfit'in günlük tutmasına her olayı not edişine çok seviniyordu. Bunu da dile getirirdi:
 
"Belleğimiz zayıfladığı zaman Mazhar Müfit'in defteri çok işimize yarayacak."
 
Mazhar Müfit defteri getirince Atatürk, "Mazhar Müfit Bey, anı defterinde bir sayfa aç. Ama bu defterin  bu yaprağını kimseye göstermeyeceksin. Sonuna dek gizli kalacak. Bir ben, bir Süreyya, bir de sen bileceksin" dedi.
 
Süreyya ve Mazhar Müfit "Buna emin olabilirsiniz" dediler. 
 
Atatürk, "Öyle ise, önce tarih koy! 7/8 Ağustos 1919. Sabaha karşı.
 
Zaferden sonra hükümet biçimi Cumhuriyet olacaktır. Bunu daha önce de bir sorunuz nedeniyle söylemiştim. Bu bir.
 
İki: Padişah ve hanedan konusunda zamanı gelince gereken işlem yapılacaktır.
 
Üç: Kadınların örtünüp kapanması kalkacaktır.
 
Dört: Fes kalkacak, uygar uluslar gibi şapka giyilecektir" dedi.
 
Bu sırada elinde olmadan Mazhar Müfit’in kalemi elinden düştü.
 
Mazhar Müfit ile Atatürk göz göze geldi. Atatürk "Neden durakladın?" diye sordu.
 
Mazhar Müfit gülümseyerek "Darılma ama Paşam sizin de hayalperest taraflarınız var" dedi.
 
Atatürk "Bunu zaman belirler. Sen yaz” diye yanıt verdi.
 
“Beş: Latin harfleri kabul edilecektir." 
 
Mazhaf Müfit hayallerle uğraşmaktan bıkmış bir insan edasıyla, “Paşam yeter... Yeter" dedi ve "Cumhuriyet ilanını başaralım da üst tarafı yeter" diyerek defterini kapattı. Koltuğunun altına sıkıştırdı. İnanmayan bir adam tavrı ile "Paşam sabah oldu. Siz oturmaya devam edecekseniz, hoşça kalın..." diyerek Süreyya Bey ile dışarı çıktı. Gün ağarmıştı.
 
Yıllar sonra anılarında bunları yazan Mazhar Müfit "Olayların beni tekzip ettiğini ve Mustafa Kemal'i doğruladığını, daha doğrusu Mustafa Kemal'in beni nasıl bir tümce ile mahcup ettiğini itiraf etmeliyim" dedi.
 
Atatürk Cumhuriyet konusundaki düşüncelerini gizli tutarken İngiliz Yüksek Komiseri Amiral Robeck, Lord Curzon'a 19 Eylül 1919 tarihinde bir rapor sundu. Raporda "Hükümet ve İtilaf Devletleri güçsüzdür. Mustafa Kemal'in hareketi Anadolu'da bağımsız bir cumhuriyete doğru gelişiyor" uyarısı bulunuyordu.
 
Atatürk Cumhuriyet konusunda kesin kararlıydı. Bunu 1922 yılında açık ve net bir biçimde dile getirdi:
 
“Benim için tek amaç vardır: Cumhuriyet hedefi. Bu hedefe varmak için, belirli yoldan yürüyen arkadaşların başarılı olması için, tutulan doğru yolda, namuslu yolda çok çalışmak ve faal olmak gerekir. Arkadaşlar benden iltimas beklememelidir. Hepiniz benim gözümde değerli, yüksek kardeşlerimsiniz. Ama hepinize gösterdiğim hedef yüce kutsal bir hedeftir. Hepiniz oraya yöneliksiniz. Hanginiz daha güzel çizgilerle, başarılarla oraya ulaşırsanız, ellerimi  çatlatıncaya kadar çırparak alkışlayacak, takdir edeceğim. Benden iltimas ve taraf tutma beklemeyiniz arkadaşlar.  Adam olanlar, insan olanlar yüksek ideali olanlar değerlerini göstersinler. Benim size kardeşçe söyleyeceğim şey budur. Tüm arkadaşlarımıza söylemek zorundayım ki ben o ulusal hedefe tüm ulus kitlesini yürütmek için doğal olarak ahlaki bir etmenim. Bunu isterim. Ama kim yapar? Kim yaparsa o başarılı olur."
 
1923 yılı Eylül ayında Neue Press muhabirine bir demeç verirken akıl ve yüreğinde taşıdığı               Cumhuriyet hedefini tüm dünyaya haykırdı:
 
"Egemenlik kayıtsız, koşulsuz ulusundur. Yürütme gücü, yasama yetkisi ulusun tek ve gerçek temsilcisi olan Meclis'te belirir ve toplanır. Bu iki tümce tek bir sözcükte özetlenebilir: Cumhuriyet."
 
Yıllardır içinde taşıdığı ve dile getirdiği Cumhuriyet'i  ilan etmenin zamanı gelmişti. Atatürk Cumhuriyet'in ilanını söylevinde şöyle anlatıyor:
 
"28 Ekim'de akşam yemeğine gelmelerini Milli Savunma Bakanı Kazım Paşa'ya söylettim. İsmet Paşa ile Kazım Paşa'ya ve Fethi Bey'e de Çankaya'ya benimle birlikte gelmelerini söyledim. Çankaya'ya varınca, orada beni görmek üzere gelmiş olan Rize Milletvekili Fuat, Afyonkarahisar Milletvekili Ruşen Eşref Beyler’e rastladım. Onları da yemeğe alıkoydum.
 
Yemek yenirken ‘Yarın Cumhuriyet’i ilan edeceğiz’ dedim. Orada bulunan arkadaşlar, hemen düşüncemi benimsediler. Yemeği bıraktık, hemen o dakikada, yapılacak işler için kısa bir program düzenledim ve arkadaşları görevlendirdim.
 
O gece birlikte bulunduğumuz arkadaşlar erkenden ayrıldılar. Yalnız İsmet Paşa Çankaya'da konuk idi. Onunla yalnız kaldıktan sonra bir yasa tasarısı hazırladık. Bu tasarıda 20 Ocak 1921 günlü Anayasanın devlet biçimini saptayan maddelerini şöylece değiştirmiştim:
 
Birinci Maddenin sonuna: ‘Türkiye Devletinin hükümet biçimi Cumhuriyettir’ tümcesini ekledim. Üçüncü maddeyi şöyle değiştirdim: ‘Türkiye Devleti, Büyük Millet Mecilisi’nce yönetilir. Meclis hükümetin yönetim kollarını bakanlar aracılığı ile yönetir.’”
 
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu’nda 29 Ekim 1923 Pazartesi günü öğleden önce görüşmeler ve tartışmalar başladı. Atatürk, Çankaya'dan, toplantıya Bakanlar Kurulu seçimi konusundaki  tıkanıklığı gidermeye çağrıldı.
 
Kürsüye çıkıp "Eksiklik ve kötülük, uygulamakta olduğumuz yöntem ve biçimdedir. Güçlüğün giderilmesi zamanı gelmiştir" diyen Atatürk önerisini sundu.
 
Söz alan İsmet İnönü "Bütün dünya bizim bir hükümet biçimi görüştüğümüzü biliyor. Bu görüşmelerimizi bir sonuca bağlamamak, güçsüzlüğü ve düzensizliği sürdürmekten başka birşey değildir. Ulus egemenliğine ve alın yazısına kendisi el koymuştur. Öyle ise bunu yasa ile belirtmekten niye çekiniyoruz?" dedi.
 
Ardından Abdürahman Şeref söz aldı. "Hükümet biçimlerini birer birer saymak gereksizdir. Egemenlik kayıtsız ve koşulsuz ulusundur. Kime sorarsanız sorun bu, Cumhuriyettir, doğan çocuğun adıdır. Ama bu ad kimilerine hoş gelmemiş, varsın gelmesin!" 
 
Hanedan yanlılarının ve kişisel  beklentilerini ulusun çıkarlarının üstünde görenlerin engel olma girişimlerine karşın Atatürk'ün önerileri tek tek okunarak kabul edildi. Parti toplantısı bittikten birkaç saat sonra Meclis akşam toplandı. Başkan vekili İsmet İnönü'nün önerisi ile Anayasa değişikliği görüşmeye alındı. "Yaşasın Cumhuriyet" alkışları ile onaylandı. Avrupalılar’ın "Sizin devlet başkanınız yok, meclis başkanı var. Demek ki siz ayrı başkan bekliyorsunuz" diyerek küçümsedikleri Türkiye'nin oy çokluğu ile cumhurbaşkanı da belirlendi. Cumhuriyet'i kuran Atatürk'e hak ettiği yer verildi.
 
Cumhuriyet içinde bulunduğumuz bu çağda bile çevremizi kuşatan ülkelere bakıldığında çok ileri  bir adım olduğunu gösteriyor.
 
Atatürk'ün gözbebeği olan bu yönetim biçimi yaşanan ekonomik, sosyal krizlere karşın sağlam  temeller üstüne kuruldu. Atatürk bunu  Cumhuriyet'in kuruluşunun ilk ayında şöyle dile getirdi:
 
“Cumhuriyetimiz öyle sanıldığı gibi zayıf değildir. Cumhuriyet bedava da kazanılmış değildir. Bunu elde etmek için çok kan döktük. Her yanda kırmızı kanımızı akıttık. Gerektiğinde kurumlarımızı savunmak için gerekeni yapmaya hazırız.  Cumhuriyet düşünce özgürlüğünden yanadır. İçtenlikli ve yasal olmak koşuluyla her düşünceye saygı gösteririz. Her kanı bizce saygındır. Yalnız karşıtlarımızın insaflı olmaları gerekir. Bu ülke dünyada hiçbir ulusun başına gelmeyen bir olaydan yıkık dökük kurtulmuştur. Zorlukla, ancak canımızı kurtardık. Şimdi bu koşullar altında ve henüz resmen barış haline bile girmemişken hükümetleri hiçbir şey yapmamakla suçlamak bilmem ne dereceye kadar haklıdır. Ülke baştan sona bir çorak halindedir. Hain düşman taş taş  üstünde bırakmamıştr. Tüm buraları bayındırlaştırmak zorundayız. Bunu tümüyle kökünden çözümleyeceğiz. Çok kısa sürede ülkede tam güven liği sağlayacağız. Şöyle böyle pamuk ipliğine bağlanmış bir düzen ve güvenlik değil, en gelişkin sayılan ülkedeki kadar dirlik gelecektir.  Ne olursa olsun ülke çağdaş, uygar ve yenilikçi olacaktır. Bizim için bu yaşam davasıdır.
 
Tüm özverilerimizin verimli olması buna bağlıdır. Türkiye yeni düşünce ile donanmış, namuslu bir yönetimde olacaktır. Halkla çok temasım var. O saf köylü bilemezsiniz ne kadar yenilik yanlısıdır. İşlerimizin yürütülmesinde engelleme hiçbir zaman bu yoğun kitleden gelmeyecektir. Halk bolluğa kavuşmuş, bağımsız, zengin olmak istiyor. Komşularının refahını görerek fakir olmak pek ağırdır. Gerici düşünceler besleyenler belirli bir sınıfa dayanabileceklerini sanıyorlar. Bu kesinlikle bir sanı, bir kuruntudur. İlerleme yolumuza dikilecek olanları ezip geçeceğiz. Yenileme alanında duracak değiliz. Dünya hızlı bir akımla ilerliyor. Biz bu uyumun dışında kalabilir miyiz?"
 
Cumhuriyet Atatürk  için  kutsaldı. Cumhuriyet Bayramları’nda tüm günü ayakta neşe ile geçirirdi. Hasta yatağında ölümle pençeleşirken bile aklı Cumhuriyet Bayramı’ndaydı.
 
Son günlerinde yanından ayrılmayan Şükrü Kaya onun gördüğü son Cumhuriyet Bayramı’nı şöyle anlatıyor: “Süzülmüş, takatsiz ve solgundu. Artık günleri değil, saatleri sayılıydı. Kesik kesik konuşuyor, yanındakiler de onu oyalayacak laflar söylüyorlardı. Bir aralık pencereden bol ışık yansıdı. Işıklarla donanmış bir boğaziçi vapuru, sarayın rıhtımına yanaşacak kadar yaklaşmıştı. Alkışlar, ölümün kanat gerdiği bu hüzünlü odanın matemli havasını dalgalandırdı.
 
‘Üniversite gençleri tebrike gelmişler’ dediler. İşaret etti. Kollarına girildi. Pencere kenarındaki koltuğa oturtuldu. Ayağa kalkmak istedi, kaldırıldı. Eliyle vapurdakileri selamladı. Görüldü mü, sezildi mi bilmiyorum. Vapurda bir alkış tufanıdır koptu. ‘Yaşa’ sesleri göklere yükselirken vapur da hareket etti.  ‘Dağ başını duman almış’ın ilk nağmelerini işiten Atatürk yanındakilere döndü. Halsizdi fakat gözlerinde zekânın ve iradenin ışıkları parlıyordu. Fütursuz ve teessürsüz bir sesle gençler işiteceklermiş gibi: ‘Bu bayramlar ve yarınlar sizindir, güle güle...’ dedi.  Atatürk yatağına yatırıldı.
 
Kılıç Ali'yi sert bir öksürük  tuttu, dışarıya fırladı.
 
Ben de çıktım. Hemşiresi, kızları, arkadaşları adamları için için ağlıyorlardı. Ben de onların arasında idim."
 
Atatürk'ün ölüme inat ayağı kalkarak selamladığı Cumhuriyet onun deyişiyle bir erdemdir ve "Cumhuriyet, düşünür, bilgili, kültürlü, sağlam bedenli ve yüksek karakterli koruyucular ister." Kız öğretmen okulunda öğrencilerin “Cumuhuriyet nedir ve sultanlıktan farkı nedir?” sorusuna verdiği yanıt çok anlamlıdır:
 
“Cumhuriyet ahlak erdemine  dayanan bir yönetimdir. Cumhuriyet bir erdemdir. Sultanlık korku ve korkutmaya dayanan bir yönetimdir."

Yaşar Öztürk
Bütün Dünya

Paylaş
  • Twitter
  • del.icio.us
  • Digg
  • Facebook
  • Technorati
  • Reddit
  • Yahoo Buzz
  • StumbleUpon

Hiç yorum yok...

Bilgi! Maalesef sadece kayıtlı ve giriş yapmış kullanıcılar yorum gönderebilir. Giriş yapın veya Kayıt olun.