Haberler


Çizgili Defter
  • Yorumlar: 0
  • 24 Kasım 2011 00:00
  • Haber kategori: Çayyolu
  • Ekleyen:
  • Ziyaretler: 1976
  • Son Güncelleme: -/-
  • (Güncel Beğeni 0.0/5 Yıldızlar) Toplam Oylar: 0

Çizgili Defter

0 0

Bugün 24 Kasım Öğretmenler günü. Neden 24 Kasım? Çünkü 24 Kasım 1928 ‘de Mustafa Kemal ATATÜRK’ün Baş Öğretmenliği kabul ettiği tarihtir. Aynı zamanda Türk halkının Lâtin alfabesiyle okuma ve yazmaya başladığı gündür.

Bugün aynı zamanda öğretmenlerin hatırlandığı, hamasi nutukların atılarak, öğretmenlerin sorunlarının göz ardı edildiği bir gündür. “Öğretmenler başımızın tacıdır, öğretmenlik kutsal meslektir.” gibi sözlerin sıkça duyulduğu gündür. Bazı öğrencilerin de gerçekten kendilerinde iz bırakmış öğretmenlerini arayarak onlara minnetlerini sundukları bir gündür.

Aydınlık bir toplum oluşturmak için öğretmenler, öğrencilerinin meşalelerini yakarak, hem kendi yollarını aydınlatmalarını, hem de toplumun aydınlığa kavuşması için çalışmaktadırlar. Her ne kadar, bazı insanlar aydınlığı karanlığa tercih etse de, toplumun büyük bir bölümü cahilliği arkasında bırakmaktadır. Bununla ilgili olarak Romalı Filozof Syrus’ şöyle der:”Sadece cahiller eğitimi inkâr eder.

Ne zamandır aklımdaydı, özel kurumlarda çalışan öğretmenlerin sorunlarını dile getirmek. Samuel Johnson’ın “Zorluklarla boğuşup onları yenmek insanlığın en büyük mutluluğudur.” sözünden yola çıkarak kendi yaşadıklarımı ve çevremdeki öğretmenlerin yaşadıklarını sizlerle paylaşmak istedim.

Özel okullar yapısı itibariyle para karşılığında eğitim veren kurumlardır. Kanımca, eğitim kalitesi devlet okulları ile karşılaştırıldığında daha ileridedir. Gerçi devlet okulları da bir yandan okul aidatı, kayıt parası adı altında para toplamaktadır ama, bu da ayrı bir  tartışma konusudur. Özel okullar kendilerini, dernek çatısı altında toplayarak, kendi lobi faaliyetlerini en iyi şekilde yapmaktadır. Oysa özel eğitim ve öğretim kurumu öğretmenlerinin; ne bir derneği, ne de bir sendikası vardır. Yani sahip çıkan kimsesi yoktur. Evet, eğitim sendikaları var ama, onlar daha çok kamu öğretmenlerinin sorunlarıyla ilgileniyorlar. Bu arada, daha çok ‘atanamayan öğretmenler’ ve ‘sözleşmeli öğretmenler’ ile ilgileniyorlar.

Yıllardır uygulanan yanlış politikalar ve stratejik yanlışlar yüzünden Ülkemiz’de çok sayıda işsiz öğretmen fazlalığı oluşmuştur. Burada şunu sormak istiyorum: DPT (Devlet Planlama Teşkilatı) ne iş yapar? Çok mu zordur yıllık öğretmen ihtiyacımızın Milli Eğitim Bakanlığı, YÖK ve DPT’nin koordinasyonunda planlanması? Madem bu kadar öğretmene ihtiyaç yok, neden kontenjanları azaltmıyorsunuz? Rekabet çoğaldıkça öğretmenliğin itibarı azalıyor. Bunu görmek istemeyenlerin art niyetli olduklarını, yani öğretmeni itibarsızlaştırmak istediğini sanıyorum. Bir meslekteki kazancın artması ancak, o alanda çalışan insan sayısının dengelenmesi ile mümkündür. Ayrıca böyle bir ortam, özel eğitim ve öğretim kurumlarının patronlarının işine gelmektedir. ‘Biri gider, diğeri gelir’ mantığı ile hareket ettikleri için bu ortam onların ekmeğine yağ sürmektedir.

Plansız, programsız öğretmen yetiştirilmesi sonucu, spor salonu olmayan beden eğitimi bölümleri, laboratuar görmemiş fen bilgisi öğretmenleri yetiştirilmektedir. YÖK’ün de bazı kriterler getirerek, öğretmen kalitesini geliştirmeye yönelik çalışma yapması gerekmektedir.

Özel eğitim ve öğretim kurumu öğretmenlerinin sorunlarından, bence en büyüğü sözleşme tarihleri ile ilgili olandır. Özel eğitim kurumları öğretmenlerini, Mart-Nisan-Mayıs ayı içinde yaptığı sınavlarla alır. Ancak, ayıracağı, yani sözleşmesini yenilemeyeceği öğretmenlerini, haziran ayının sonunda, öğretmene, bildirir. Bütün özel kurumlar bu şekilde hareket ettiği için, haziran ayında işten çıkarılan bir öğretmenin iş bulması mucizelere kalmıştır. İşsiz kalan öğretmen ve bakmakla yükümlü olduğu aile bireylerinin yiyeceği ve içeceği cabası. Zira bu dönemde bütün özel eğitim kurumları öğretmen alımlarını kapattığı için, belki de bir sene beklemek zorunda kalmaktadırlar. Özel sektörde çalışan öğretmenlerin planlanmasını da devlet adına Millî Eğitim Bakanlığı yapamaz mı? Yani prensiplerini koyamaz mı?

Bu haksızlığın giderilmesi için Milli Eğitim Bakanı’mız Sayın Ömer DİNÇER’e bir önerim olacaktır. Bir çok spor dalında olan transfer dönemleri gibi bir yapı kurulabilir. Aynı şekilde öğretmenlerin de atama dönemleri olabilir. Bu tarihler ise birinci dönemin bitip ikinci dönemin başladığı tarihe kadar ve temmuz ayı içinde yapılması önerilmektedir. Bu sayede  problemin çözülebileceği düşüncesindeyim. Zorunlu haller (ölüm, askere gitme ve eş durumu vb.) için ise il milli eğitim müdürlüklerinin onayı alınarak atamalar yapılabilmelidir.

Öğretmen sözleşmeleri ile ilgili yapılan bazı yanlış uygulamalar vardır. Bunlardan bir tanesi öğretmeni haziran ayında istifa ettirip, eylülde yeniden sözleşme imzalattırılmasıdır. Bazı okullar bu sürede maaş ödemiyor veya maaşı ödüyor ama sigorta ve vergileri Devlet’e ödemiyor. Yani vergi kaçırıyor. Yani Devlet’i zarara uğratıyor. Söz vergiden açılmışken, çoğu özel kurum daha az vergi vermek için vakıf şemsiyesine sığınmaktadır. Personel maaşlarında ‘vakıf ödeneği’ adı altında bir ibare bulunmaktadır. Ana maaşı düşük gösterip; vergi ve sigortayı en alt limitten yatırıp, aslında yine bir çeşit vergi kaçırmaktadırlar.

 İş bununla da kalmıyor. Zar zor  iş bulmuş öğretmene ‘ek ders ücreti vermem’ diyen yöneticiye hadi bakalım hayır de? Ek ders ücreti, ‘ders yılı başı eğitim ödeneği’ veya fazla mesai gibi ödenekler verilmemektedir. Sayın Bakan’ım, bunun düzeltilmesi çok mu zordur? Yine Sayın Bakan’a bu konuyla ilgili bir önerim olacak: e-okul’da yaptığınız gibi bir sistemle; öğretmenlere ödenen maaş, ek ders ücreti ve fazla mesai vb. gibi ödemelerin bu sistemde kayıtlı ve MEB tarafından kontrol edilebilir olmasını sağlayın. Bunun yapılmasının önündeki engel nedir? Maaşların hangi tarihte ne kadar ödendiğine dair bilginin Devlet’in kayıtlarında olmasını sağlayın. Sizce bunda ne sakınca vardır? Böylece kaçakların  önüne geçmiş olursunuz.

Sözleşmelerle ilgili olarak son bir şey daha eklemek istiyorum. Özel okul olsun dershane olsun, bir öğretmenle sözleşme yenilemeyecekse, bu tutanaklı ve gerekçeli olmalı. Yani, kamudaki gibi “evrensel hukuk kurallarına göre; savunması alınmadan kimseye ceza verilemeyeceği” özel sektördeki öğretmen nasıl olur da iki dudak arasındaki inisiyatife emanet edilir? Keyfi olarak bu sene sözleşmeni yenilemeyeceğiz denmemeli. Sözleşmeyi sürekli bir  giyotin gibi öğretmenlerin tepesinde gezdirilmesine izin verilmemeli. Bu yüzden bir çok öğretmen mayıs ve haziran aylarında aşırı strese maruz kalmaktadırlar.

Dershanelerde ise öğretmenler köle gibi çalıştırılıp, stajyerliği kaldırılsın diye üste para vermeye razı hale getirilmişlerdir.

Yaz geldiğinde ise özel okullar daha fazla para kazanabilmek için yaz okulu yaparlar. Bu arada öğretmenlerine çok cüzi paralar vererek yaz tatillerini gasp ederler. Bir öğretmenin ben yaz okuluna gelmeyeceğim deme lüksü de yoktur. Kaldı ki, öğretmenin de dinlenme ve eğlenme hakkı olduğu unutulmamalıdır. Oysa yönetmeliğe göre öğretmenler 1 temmuz itibariyle yıllık izne ayrılırlar. Aynı sektörün kamudakiler izinli de özel sektördekiler neden değil?

Ayrıca özel okul ve dershanelerde belli bir yılı doldurmuş, tecrübeli öğretmenlerin bazı prensiplere dayandırılarak (meselâ; sicil notlarına bakılarak), sınavsız olarak devlet kadrosuna geçebilmeleri de sağlanmalıdır. Zira, kabul edilir ki, özel kurumlarda herkes görev yapamaz. İstekler ve görev anlayışı daha güçtür. Bu nedenle bu güçlüğe yıllarca, hem de daha az bir maaşla göğüs germiş öğretmenlerin buna hakkı, ahlâken ve mantıken doğmamalı mı?

MEB İlköğretim Kurumları Yönetmeliğinin 71. maddesine göre “…normal eğitim yapan okullarda gün süresince … nöbet tutmaları sağlanır.” denilerek nöbet konusu açıklanmıştır. Aslında öğretmenlerin nöbetlerinin  gün sayısı belli değildir. Ancak bazı okullarda haftada 2 veya 3 gün nöbet tutturulmaktadır. Bu öğretmenin fiziken ve zihnen yıpranmasına ve performansının düşmesine sebep olmaktadır. Bu maddelerin daha açık ve keyfiyete yer vermeyecek şekilde yeniden düzenlenmesi gerekmektedir.

Bu sorunların içinde; beni en çok yaralayan ise eğitimin ‘e’sinden anlamayan, ama her şeyi para gören kimseler olmuştur.  Hiç unutmuyorum bir toplantıda, yönetici, öğretmenlere şöyle bir soru sormuştu: “Sen kaç öğrenci kazandırdın bu kuruma?” . Ben de dahil herkes buna cevap vermek zorunda bırakılmıştık. Daha sonra bir öğretmen arkadaşım şöyle bir cevap vermişti (tabii ki yöneticiye değil) “Biz çoban değiliz ki sürümüzle gezelim.” Bu lâf çok hoşuma gitmişti.

Yine aynı yönetici,  öğretmen ve velilerin bulunduğu bir ortamda velilere dönerek “Bunları sizin için getirdik sağın bunları” diyerek öğretmenleri “sağmal inek” gibi göstermiştir. Kendince espri yapıyor olabilir ama gereğinden ağır olmuştur.

Şu anda uygulanan sistem; öğrenciyi kaybetmektense, öğretmeni harcamayı tercih etmektedir. Özel okul ve dershane öğretmenler, bu sistemin içinde ezilmektedir. Ne sorunlarını anlatabilecek bir makam, ne de kendilerini temsil edebilecek bir yapı mevcut değildir. Yapılacak yeni düzenlemeler ve denetimlerle, bu sorunların aşılacağına inanıyorum. Öğretmenliğin hak ettiği değeri kazanacağı ve yeniden itibarlı bir meslek olacağı günlerin özlemi içimdeyim. “Eğitimin yüce amacı bilgi değil eylemdir.” (Herbert Spencer). Olması dileğiyle tüm meslektaşlarımın, öğretmenler gününü kutlarım.

Cenk TUNÇ
cengo13@hotmail.com

Paylaş
  • Twitter
  • del.icio.us
  • Digg
  • Facebook
  • Technorati
  • Reddit
  • Yahoo Buzz
  • StumbleUpon

Hiç yorum yok...

Bilgi! Maalesef sadece kayıtlı ve giriş yapmış kullanıcılar yorum gönderebilir. Giriş yapın veya Kayıt olun.