Haberler


Ankara anakara...
  • Yorumlar: 0
  • 02 Nisan 2012 00:00
  • Haber kategori: Çayyolu
  • Ekleyen:
  • Ziyaretler: 2167
  • Son Güncelleme: -/-
  • (Güncel Beğeni 0.0/5 Yıldızlar) Toplam Oylar: 0

Ankara anakara...

0 0

Gençlik yıllarımda, Ankara, gözümde, Atatürk’ü toprağında sonsuzluğa erdiren bir “anıt kent”; yıllarca özlemini çektiğim duygularla, hayallerle, düşlerle, umutlarla büyüsüne kapıldığım bir “anakara”ydı. Elli altı yıl önce bir geceyarısı treninin içinde kente yaklaşırken pencereden başımı çıkarıp karanlıklara bakmıştım. Ankara uzaktan, bozkırın uzamsal boşluğunda dolunaydan parlak bir “ışık topu” gibi görünmüştü gözüme.

Işık, uygarlığın simgesidir. Tren gara girince Anıtkabir’i; tiyatro-opera-konser-sergi salonlarını, kitaplıkları, temiz caddeleri, iyi giyimli insanları, hoş kokulu kadınları bağrına basan Ankara’da benim de bir yerimin olacağını düşlemiştim. Bir hafta içinde, düşlediğim her şeyi bulmuştum kültürün bu anakarasında.

Ankara’da on beş yıl yaşadım. Oktay Akbal’ın “Önce ekmekler bozuldu” dediği gibi, önce kentin kültür kaynakları kurutuldu. Sonra her şey... Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi salonlarında üniversite öğrencilerinin doldurduğu hafta sonu konserleri vardı. Oturan beş yüz kişi ise, en az iki yüz de ayakta dinlerdi konserleri. Bir süre sonra salon konsere kapatıldı. Ondan geriye buruk anılar kaldı.

Gelişmemiş toplumlarda, anlaşılamayan her şeye uzak durulur. O nedenle klasik müzik hep ötelenmiştir. Dağ başında eli kulağa atıp haykırmak değil ki klasik müzik; eğitim ister, yaşam boyu emek ister. Oysa okullarda müzik, resim gibi derslere ders gözüyle bile bakılmıyor.

Sözde kentlerimizden birine önemli bir konser götürülmüş de, büyük olasılıkla, oranın dansöz kültürlü kodamanlarından biri, “Kent bugüne değin böyle bir zulüm görmedi...” demiş! Orayı gençler doldursaydı da görselerdi; zulüm mü yaşıyor, duygular mutluluğun doruklarında mı uçuşuyor!

Sanat, yalnızca duyarlıklı kılmaz, beslenmeyi bileni ruhsal tekdüzelikten de kurtarır. Ankara’da oyunlara, operalara, balelere gitmenin törensel bir havası vardı. Sanatsal gösterimlerde devleti yönetenlerin, hükümet adamlarının yer aldığı günler olurdu. Bir masada toplaşıp yemek yemenin de törensel bir yanı vardır kuşkusuz. Bütün yaratıklarda olduğu gibi, orada yalnızca bedenin gereksinimleri karşılanır.

Yetişme döneminde bir öğrencinin, sanatsal bir ortamda bir devlet adamıyla, ünlü bir kişiyle yan yana oturması onun açısından ne kadar anlamlıdır! O kişi kültürlü ise, öğrenci, bir fakülte bitirmişçesine ondan etkilenebilir. İnsanlar arasında sanatsal kaynaşma, yetişmiş olanlarla yetişmekte olanlar arasında doğal bir eğitim ortamı yaratır. İnsanı birbirine yaklaştıran, düşünce kıvraklığıyla, duygu işlekliğiyle doğan beğeni belli bir düzeyin ürünüdür.

Genç, kime baksın da beğenice gelişsin! Biri, Picasso’nun resmini görüp “Bunu ben de yaparım!” der. Aynı adam, çıplak diye ünlü ressamların eserlerini yasaklatıp mahzenlere tıktırır. Onun ardından gelen, demokrasi nutukları atıyor; yontu parçalatıyor. Hele biri var ki, sanatın kıyısından geçmemiş. “Böyle sanatın içine tükürürüm!” deyip sanat galerilerini terk ediyor...

Düzeysizlikten, kabalıktan rahatsız olmamak nerdeyse erdem sayılacak! Çoğunluk, kabullenmeyi, kabullendiğine katlanmayı yazgı sayıyor. Ankara’ya son gidişimde bunu yakından yaşadım. Sokaklar araba işgaline uğramış. Kaldırım taşları oynak! Basınca altından çamurlu sular fışkırıyor. Seçimde oy vermeyenleri cezalandırmak için öyle bırakıldığını işittiğimde kanım dondu.

Ankara’dan İstanbul’a dönerken yol boyunca, bunu yapanların, onca yaratığın hangi türünden olduğunu, hangi ahlak anlayışından beslendiğini düşündüm...

Adnan BİNYAZAR
Cumhuriyet

Paylaş
  • Twitter
  • del.icio.us
  • Digg
  • Facebook
  • Technorati
  • Reddit
  • Yahoo Buzz
  • StumbleUpon

Hiç yorum yok...

Bilgi! Maalesef sadece kayıtlı ve giriş yapmış kullanıcılar yorum gönderebilir. Giriş yapın veya Kayıt olun.